Palu Kalesi için Evliya Çelebi ‘Göğe baş uzatmış bir kale’ demiş. Ne güzel söylemiş, tek cümleyle anlatmış kaleyi. Elazığ’ın Palu ilçesindeki bu tarihi kale, heybetli duruşu, binlerce yıllık tarihi ile tam da büyük seyyahın söylediği sözü doğrularcasına dik yamaçların üstünde gökyüzüne doğru yükseliyor. Yüksek bir dağın üzerine kurulmuş Palu Kalesi, Palu ve çevresine hakim noktada.

Önünde Murat Suyunun kıvrıla kıvrıla yol aldığı ovanın fevkalade manzarası, Urartulara uzanan 7000 yıllık tarihi, çivi yazısıyla yazılmış kitabesi, tünelleri, kaya mezarları ile çok etkileyici. Elazığ’ın öne çıkan pek çok noktasını görmüş biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki Palu kalesi şehrin mührü olabilecek, tanıtılmayı en çok hak eden yerlerin başında geliyor.

Palu Kalesi, Elazığ

Kale, Palu’ya doğru giden yoldaki yemyeşil düzlükleri saymazsak Elazığ’da ilk gördüğüm yer. Elazığ havalimanına iner inmez, şehir merkezini ziyaret etmeden övgüyle bahsedilen kaleyi görmek için rotayı Palu’ya çevirmiştim.

Üzüm bağlarının arasında kıvrılan yolların arasından kah dağları izleyerek kah ovaların yeşiline bakarak ulaştım Palu’ya. Şimdi düşünüyorum da Elazığ’la tanışmak ve şehri sevmek için de iyi bir başlangıç yapmışım.

Palu’nun en müstesna yeri olan kalenin Palu denilince ilk akla gelen yerlerden olması ise hiç şaşırtıcı değil. Palu’yu şöyle bir dolaşınca kaleden daha görkemli bir yer yok gibi. Kartal başı gibi hafif eğimli duruşu, yüksekliği ile Palu’nun merkezinden tarihi köprüye giden yolda kale, hemen fark ediliyor.

Ulaşılması zor ve iyi bir gözlem noktası olduğu için Urartular’dan sonraki medeniyetlerde burayı askeri olarak kullanmış. Urartu Kralı Menua’nın tabirine göre “Şebeteria” olarak adlandırılan Palu Kalesi, halk arasında ise “Karalar Kalesi” olarak anılıyor.

Tarihi kaleye çıkan yolun başındaki Murat suyunun üzerine kurulmuş Palu köprüsü ve hemen yanındaki bir dağın içinden çıkıp diğer dağın içine akan tren yolu kalenin eteklerinde kalıyor. Köprünün başından kaleye çıkan toprak yolun her adımında ise manzara nefis.

Yol takip edip yürüyerek de çıkabilirsiniz ama ben güneşin batışını kaçırmamak ve yol üstündeki tarihi eserleri de görmeye vakit kalsın diye arabayla çıkmıştım.

Yol boyu devam ederken tarihi Palu köprüsü ve ilçe merkezi ayaklarınız altında kalıyor. Kalenin çevresini kuşatan yeşil renkli tepeler kilometrelerce uzayıp gidiyor. Ana yoldan bir kaç dakika süren yolculukla yolun bitiş noktasına gelince merdivenlerin olduğu dik bir yokuş ve ara ara devam eden patikalar ziyaretçileri bekliyor.

Uzaktan çok dik görünmesine rağmen yürüyüş noktaları basamakların yanındaki korkuluklarla güvenli hale getirildiği için her yaştan insan rahatlıkla çıkabilir.

Merdivenlerin sonuna geldiğinizde ufak bir patikadan sonra zirveye varıyorsunuz ve muhteşem bir manzara karşınızda. Gün batımında ve doğumu ise kalenin en güzel zamanları. Haziran ayında kaleyi ziyaret etmiştim, baharın canlılığı henüz bitmemişti. Etraf o kadar canlıydı ki, mor renkli dikenler, renk renk çiçekler, bal arıları, kuşlar…

Genişçe bir vadinin arasına kurulmuş Palu’nun en yüksek noktalarından birine kurulmuş kaleden tüm ilçeyi görebiliyorsunuz. Kalenin her noktasında farklı farklı manzaralar var. Patikaların hepsini yürümek, üşenmeden merdivenleri inip çıkmak şart.

Kalenin her yerinde fotoğraf çekilmek isteyeceğinizden eminim. Hatta sosyal medyada bugüne kadar niye popüler olmamış burası şaşırdım. Kalenin zirvesinin neredeyse kutsallık atfedeceğim atmosferi, pitoresk manzarası, Murat suyunun menderesler çizerek akışı büyüleyici.

Urartu kitabesi, kalenin çivi yazısıyla yazılmış en önemli nişanesi. Kalenin kuzeybatı kısmındaki 3.40 metre yükseklik ve 1.50 metre genişliğindeki kitabe büyük bir kayanın nişine yerleştirilmiş.

Kalenin 3000 yıllık kitabesinde Palu’nun Urartu Çağı’ndaki adının Şebeteria
olduğu, kral Menua’nın batıda Malatya’yı almak istediği, Palu’ya yapılan tapınak anlatılmış. Mimaride ve taş işçiliğinde ilerleme göstermiş olan Urartular’a ait bölgedeki sağlam kalan tek yazıt bu, bu sebeple tarihsel olarak çok değerli.

Menua kitabesinin dışında kalede kaya mezarları, kaya tünelleri, su sarnıçları da görülmeye değer. Kaya mezarları Menua kitabesinin yanından aşağı doğru inen merdivenlerin yanı başında.

Urartular’un suyun taşınması için Anadolu’nun pek çok yerine kanallar ve tüneller inşa etmişler. Palu kalesinde de bu su kanallarından var. Hatta Murat suyuna kaleden ulaşmak için bir tünel bile yapmayı akıl etmişler. Tünelin 100 metrelik kısmı açılmış, çalışmalar devam ettiği için içeri giremedim.

Tünelin tamamı açıldığında kalenin içinden nehire yapılacak iniş Palu kalesini daha da çekici yapacağı kesin. Kalenin içindeki bu detaylar kadar etrafı da zengin. Kaleye çıkan yolda eski bir kilise, Osmanlı ve Selçuklulardan kalma tarihi bir hamam ve cami bulunuyor.

Surp Lusaroviç Kilisesi, Palu köprüsünden kaleye çıkan yolun üzerinde göreceğiniz ilk yapı. Bir hayli kötü durumda, kubbesi ve bazı duvarları, giriş kısmı tamamen yıkılmış. Kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı bilinmiyor. Pencerelerinden Murat suyunu ve etrafı izleyebiliyorsunuz. Kesinlikle çok fotojenik bir atmosferi var ama kilisenin içi kötü durumda.

Palu Ulu Camii, kilise ile kale arasında. Osmanlı eseri olan caminin çatı kısmı kubbesiz ve yapı dikdörtgen planlı. Hemen yanında tarihi bir çeşmesi de var. 1852 yılında yapılan cami geçirdiği yangın sonrası uzun süre bakımsız kalmış, yakın zamanda Fırat Kalkınma Ajansı’nın desteğiyle restorasyonu tamamlanıp hizmete açılmış.

Çarşıbaşı Hamamı, Ulu Camii ile yanyana. Kapının üstündeki kitabede hicri 1070 (miladi 1619) yılında yapıldığı yazıyor. Osmanlı hamamlarına benzeyen yapı soyunma ve ılıklık bölümü, tarşlık ve tuvalet bölümü, sıcaklık bölümü ve külhan/cehennemlik bölümü diye dört bölümden oluşuyor.

Restorasyonu Fırat Kalkınma Ajansı tarafından yapılmış. İçeriye girdiğinizde buz gibi bir hava çarpıyor bir yerlerde klima çalışıyor sanmıştım. Kalın kiremit rengi taş duvarları nedeniyle ısı yalıtımı çok iyi. Kubbesindeki küçük pencerelerden giren ışık hüzmeleri otantik bir atmosfer yaratmış.

Küçük Camii, tarihi hamamın tam karşısında. Kitabesi kayıp ve sadece minaresi ayakta kalabilmiş. Minarenin de şerefe kısmının üstü yıkılmış. Ulu Camiden daha önce yapıldığı tahmin ediliyor. Restorasyon projeleri hazırlanmış. Elazığ’a tekrar gittiğimde tamamlanmış halini görürüm umarım.

Palu Kalesi, Elazığ’da mutlaka uğranılması gereken bir nokta. Urartulardan kalma kitabesi, tadına doyulmaz manzarası, heyecan veren gün batımlarıyla tam anlamıyla yapılmış bir Elazığ gezisinin olmazsa olmazlarından. Doğu’nun güzel şehri Elazığ’a tekrar tekrar gelmek için ise harika bir neden.

Düşüncelerinizi Yorum Olarak Yazabilirsiniz 💬

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz